
TRAFİK KAZASI SONUCU PERT OLAN ARAÇLARA İLİŞKİN SİGORTA ŞİRKETİ SORUMLULUĞUNU SINIRLANDIRABİLİR Mİ ?
Av. Tamer ACAROĞLU
Av. Esma ACAROĞLU
Av. Görkem İlkay YILMAZ
ÖZET
Bir aracın pert olması tam hasarlı olması demektir. Pert olan araç artık kullanılamaz hale gelmiştir yani onarımı mümkün değildir. Aracın perte çıktığı durumlarda sigorta şirketleri poliçe ile güvence altına aldıkları otomobiller için riziko gerçekleşmesi sonucu pert olan araçlar adına poliçede yer alan teminat tutarı kadar tazminat ödemesi yapmakla yükümlüdürler. Uygulamada kaza sonucu kullanılamaz hale gelen ve onarımı mümkün olmayan araçlar için aracın bedeli konusunda uyuşmazlık ortaya çıktığında sigorta şirketlerinin aracın değerinin çok altında ödeme yaparak ve sigortalıya geriye kalan haklarından feragat etmeleri şartıyla ibraname-mutabakatname imzalattığı görülmektedir. 2918 kanun numaralı Karayolları Trafik Kanununun 111.maddesinde yapılan düzenlemeye göre bu anlaşmaların hepsi geçersizdir. Ayrıca imzalatılan bu ibranamelerin iptal edilebilmesi için ayrıca bir iptal davası açılmasına gerek olmayıp açtılan davada sadece ibranamenin geçersizliğinin sunulması yeterli olacaktır. Her ne kadar sigorta şirketleri taraflara bu belgeleri imzalatmış olsa da bu belgeler feragat niteliği taşımamakta olup tüketicilerin fazlaya ilişkin ek tazminat alma hakkı saklıdır. Bu çalışma bahse konu ek tazminatın nasıl ne şartlarda alınabileceğini ve sonuçlarını incelemektedir.
Anahtar Kelimeler: Sigorta şirketi, mutabakatname, ibraname, yetersiz ödeme, tazminat
ABSTRACT
If a vehicle is pert, it means that it is completely damaged. The pert vehicle is now unusable, it means it's not possible to repair it. In cases where the vehicle is damaged, insurance companies are obliged to pay compensation in the amount of the coverage in the policy on behalf of the vehicles that are damaged as a result of the realization of risk for the automobiles they insure with the policy. In practice, for vehicles that have become unusable as a result of an accident and cannot be repaired, when a dispute arises about the price of the vehicle, it is seen that insurance companies make a payment far below the value of the vehicle and have the insured sign a release-memorandum on the condition that they waive their remaining rights. All of these agreements made in accordance with Article 111 of the Highway Traffic Law No. 2918 are invalid. In addition, in order to cancel these signed releases, it is not necessary to file a separate annulment action; it will be sufficient to present the invalidity of the release in the lawsuit filed. Although insurance companies have these documents signed by the parties, these documents do not constitute a waiver and the right of consumers to receive additional compensation for excess is reserved. This study examines how and under what conditions the said additional compensation can be obtained and its results.
Keywords: Insurance company, memorandum, release, insufficient payment, compensation
GİRİŞ
Günümüzde birçok insan sahip olduğu otomobilini sigorta şirketlerinin sunduğu imkanlar neticesinde kasko poliçesi düzenlemek suretiyle güvence altına almaktadır. Bu sayede sermaye olarak büyük sigorta şirketleri bahse konu rizikoları güvence altına almaktadırlar. Burada temel gayeleri edindikleri mala bir zarar ziyan geldiğinde şartları önceden belirlenmek üzere sermaye olarak güçlü sigorta şirketleri tarafından zararın karşılanması üzerinedir. Sigorta şirketleri ise zarar meydana geldiğinde öncelikle rayiç değer araştırmasına gitmektedirler ki bu hem hukuki hem de ticari olarak doğru bir hamledir. Tüketici olan müşterileri ile sorun yaşadıkları kısım işte tam olarak burada başlamaktadır çünkü sigortacı şirket rayiç bedelden daha düşük teklif verirken tüketiciler ise daha yüksek bedeller talep edebilmektedirler. Bununla başa çıkabilmek için sigorta şirketleri mutabakatname dediğimiz formülü geliştirmişlerdir. Peki bu mutabakatnameler bir feragatname niteliğinde midir? Sigorta şirketi bunları imzalatarak sorumluluktan kurtulabilir mi ?
1.Sigorta Şirketleri ve Riziko
TTK m.1401 hükmü gereğince sigorta sözleşmesi ''... Sigortacının bir prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini zarara uğratan tehlikenin, rizikonun, meydana gelmesi halinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği sözleşmedir.''. Yaşam boyunca insanlar canını ve malını tehdit eden çeşitli tehlikelere maruzdur. Günümüzde bu tehlikelerin ekonomik sonuçlarından korunmak amacıyla çeşitli sigorta sözleşmeleri yapılmaktadır. Yaşamımızı ve malımızı aynı anda tehdit eden ve söz konusu tehlikelerin gerçekleşme ihtimalinin en çok olduğu alanlardan biri de şüphesiz trafiktir. Araç kullanımı gün geçtikçe artmakta ve can ve mal güvenliğini korumak amacıyla yapılan sigorta sözleşmeleri de aynı şekilde artmaktadır. Ülkemizde halihazırda yapılması zorunlu trafik sigortası, karayolu yolcu taşımacılığı zorunlu koltuk ferdi kaza sigortası gibi sigortalar mevcuttur. Bu zorunlu sigortaların yanında isteğe bağlı yapılan, oldukça bilinen kasko sigortası da araçlar için yapılmaktadır.
Kara Taşıtları Kasko Sigortası kısaca KASKO, sigortalının karayolunda kullanılabilen motorlu, ve motorsuz taşıtlarında kasko genel şartları içerisinde belirtilen rizikoların gerçekleşmesi sonucu oluşan maddi zararlara karşı teminat sağlayan bir mal sigortasıdır. Kasko trafik sigortası gibi yapılması zorunlu bir sigorta değildir ancak yapıldığı takdirde sigortalıya birçok avantaj sağlar. Bu avantajlardan biri de yazımızın konusu olan aracın tam hasarlı (pert) olması durumunda sigorta şirketi tarafından sigortalıya yapılan tazminat ödeme sorumluluğudur.
Sigorta şirketleri sigortalı aracın pert olması sonucunda bir tazminat ödemekle yükümlüdürler. Ancak uygulamada ödemeden kaçınma amacıyla hiçbir kanuni dayanağı olmayan ibraname, mutabakatname, feragat sözleşmesi gibi isimlerle anılan sözleşmelerin imzalatıldığını görmekteyiz. Yapılan bu sözleşmeler Karayolları Trafik Kanunu'na göre geçersizdir.
2918 kanun numaralı Karayolları Trafik Kanununun “Sorumluluğa ilişkin anlaşmalar” başlığıyla düzenlenen 111.maddesinin ilk fıkrası hükmü, bir kaza olmadan ve kaza neticesinde zarar oluşmadan önceye ilişkin iken, 2.fıkrası hükmü kaza olduktan ve kaza neticesinde bir zarar oluştuktan sonra, doğan zarar nedeniyle bir dava açılmadan önce ya da dava sırasında taraflar arasında yapılan anlaşmalara ilişkindir.
Kanunun 111.maddesinin 1.fıkrası gereğince kanunla öngörülen hukuki sorumluluğu kaldıran veya daraltan anlaşmalar geçersizdir. Aynı maddenin 2.fıkrasında ise tazminat miktarlarına ilişkin olan ve yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmaların yapıldıkları tarihten başlayarak iki yıl içinde iptal edilebileceği düzenlenmiştir. Kanunun bu düzenlemesiyle, sözleşmenin iki tarafı da kanundaki belli koşullar gerçekleştiğinde iki yıl içinde anlaşma ve uzlaşmaların iptalini talep etme hakkına sahiplerdir. Buna göre:
Zarar gören kişi, sigorta şirketi tarafından kendisine ödenen tazminatın, ibraname imzalandıktan sonra asıl zararını karşılamadığını ve yetersiz olduğu bilgisine kavuşmuşsa veya bu yönde bir düşünceye kapılmışsa, iki yıl içinde söz konusu anlaşmanın iptalini talep edebilecektir. Kanunda yazılı olan iki yıllık süre, bir zamanaşımı süresi olmayıp “hak düşürücü süre” niteliğine sahip olduğundan, ibraname imzalayarak kısmi ödemeyi kabul etmiş olan kişinin artık KTK’nın 109.maddesinde yer alan zamanaşımı sürelerinden faydalanması mümkün olmayacaktır. Aynı zamanda iki yıllık hak düşürücü süreyi kaçırılmışsa zararının kalan bölümü dava edilemeyecektir. Bu nedenlerle iptal edilmeyen ''mutabakatname'' veyahut ''ibra sözleşmesi'' geçerliliğini sürdürecektir.
Zarar veren, ödemiş olduğu tazminat miktarının ibraname imzalandıktan sonra çok fazla, aşırı olduğunu öğrenmiş ise, tıpkı zarar gören gibi iki yıllık hak düşürücü süre içinde anlaşmanın iptal edilmesini ve fazla ödemiş bulunduğu miktarın tarafına iade edilmesini talep edebilecektir.
Hatırlatmak gerekir ki, 2918 sayılı Kanunun bu düzenlemesi, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 36.maddesinin yollaması neticesinde, yolcu ile taşımacı arasındaki anlaşmalar ve uzlaşmalar için de uygulanmaktadır.
Burada şu meselelerin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir:
- Zarar gören açısından, ödemenin yetersiz olduğu nasıl tespit edilecek, nasıl ispatlanacaktır?
- Tazminat ödeyen açısından, yapılan fazla ödeme nasıl tespit edilecek ve nasıl geri talep edilecektir ?
- Anlaşmanın iptal edilebilmesi için hangi yol izlenecektir ?
- İki yıllık hak düşürücü süre nasıl hesaplanacak ve bu sürenin başlangıç tarihi ne zaman olacaktır ?
Aşağıda, bunlar açıklanmaya çalışılmıştır.
1.1- Yetersiz ve ölçüsüz anlaşma ve uzlaşmalar
Bir trafik kazası nedeniyle, hukuk mahkemelerinde tazminat davası açılmadan önce, ilgili tarafların anlaşması ve bunun sonucunda bir tazminat ödemesinin yapılması uygulamada sıkça karşılaştığımız olaylardan değildir. Çoğu zaman, kazayı yapan araç sürücüsü tutuklandığında, yakınları, tutuklunun bir an önce tutukluluk halinin sona ermesini, daha az ceza almasını, aldığı cezasının ertelenmesini ya da adli para cezasına çevrilmesini sağlamak isterler. Bu amaçla zarar görenlere veya yakınlarına başvurup uygun bir tazminat ödeme karşılığında şikâyetlerinden vazgeçirmeye çalışırlar. Yine çoğu zaman anlaşmaya yanaşan kişlerin kültürel düzeyi düşük ve ekonomik olarak durumları zayıf olan kişiler oldukları görülmektedir. Bu kişilere önerilen peşin para çekici gelir ve sonucunda üç aşağı beş yukarı pazarlıkla uzlaşıılır. Neticede taraflar arasında bir anlaşma yapılır ve ceza mahkemesine bu anlaşma sunulur.
Bahsettiğimiz gibi durumlarda sigortalının zayıflığından adeta yararlanan sigorta şirketleri pert durumdaki aracın rayiç bedelinin çok altında ödeme yapmayı teklif ederek sigortalının bunun kabul etmesini sağlamaktadır. Başlangıçta, anlaşma yaptıkları sırada, uğramış oldukları zararın derecesini ve tmiktarını kestiremeyen zarar gören yakınları, anlaşma yapıldıktan sonra aslında daha yüksek bir tazminat alabileceklerini öğrenmişlerse, sigorta şirketi tarafından hazırlanan ve imzalatılan ibranamenin iptali için başvurabilecekleri yolları ararlar. Zarar gören ve yakınları gibi, zarar sorumluları da aynı şekilde, değişik birçok kaygılarla bir an önce karşı tarafla anlaşma gereği duyarak yüksekçe bir tazminat ödemiş olup da, anlaşma sonrası ödenen tutarın fahiş miktarda olduğu ortaya çıkmışsa, onlar da yapılan bu anlaşmanın iptalini talep ederek zarar görene ödemiş oldukları fazla miktarın iade edilmesi için çalışırlar.
İbraname imzalandığından bahisle ödeme yapmayacağını söyleyen güçlü sigorta şirketlerine karşı sigortalı kanun koyucu tarafından KTK m.112/2 hükmü ile korunmuştur.
1.2- Sigorta şirketlerinin yetersiz ödemeleri
Uygulamada zarar görene yapılan yetersiz ödemelerin çoğunlukla sigorta ödemelerinde olduğu görülmektedir. Çoğu sigorta şirketleri, Yargıtay tarafından benimsenen tazminat hesaplama metotlarını gözardı ederek, kendilerince belirlenen aktüerleri tarafından hazırlanan hesap raporlarında yer alan rakamlar üzerinden zarar görene tazminat ödemekte ve çoğunlukla yapılan bu ödemelerin düşük miktarlı olması sebebbiyle sigorta şirketleri aleyhine davalar açılmaktadır.
Tarafların anlaşmaları neticesinde yapılan ödemelerin anlaşma sonrası yetersiz veya ölçüsüz olduğununu nasıl anlaşılabildiği ve hangi durumlarda yetersiz görülerek ödenen miktara ek tazminat ödenmesine karar verilebileceğini veya yapılan fazla ödemelerin iadesi için neler yapılabileceğini aşağıdaki bölümlerde açıklamaya çalışacağız.
1.3- Anlaşmanın iptali talebinde yöntem
Zarara uğrayan kişi, KTK md.111/2'e dayanarak yetersiz olduğunu düşündüğü ödemeye ilişkin imzalanmış olan ibranamenin iptalini talep ediyorsa, bu amaç için ayrıca bir iptal davası açmasına gerek bulunmamaktadır. Uygulamada, ayrıca bir iptal davası açmak yerine doğrudan tazminat davası açılarak dava dilekçesinde imzalanmış olan ibranamenin iptali istenmektedir.
Eğer, tazminat davası açıldığı esnada ayrıca ibranamenin iptali istenmemişse ve davalı taraf imzalanan ibranameyi(mutabakatnameyi) ve davadan önce ödemiş olduğu tazminatı ileri sürerek davanın reddedilmesini talep etmişse, bu halde zarara uğrayan taraf, anlaşmanın yetersiz olduğunu defi olarak ileri sürebilir ve iptalini isteyebilir. Yargıtay’ın bu konudaki yerleşik kararlarına göre, söz konusu anlaşmanın yapıldığı tarihten başlayarak iki yıl içinde herhnagi bir davanın açılmış olması, davacının imzalamış bulunduğu ibraname ile bağlı kalmak istemediği iradesini belirtir ve yeterli olup kabulünü gerektirir.
Şunu belirtmek gerekir ki, davanın devam ettiği süreçte ortaya çıkan fahiş ölçüsüzlük karşısında, davacı tarafın yetersiz anlaşmanın iptali talebinde bulunması, iddianın genişletilmesi olarak nitelenemez. Çünkü, davacı taraf anlaşmanın yetersizliğini defi olarak ileri sürerek geçersizlik savunmasında bulunmaktadır. Davalı taraf yalnızca, ibranamenin imzalandığı anlaşma tarihinden başlayarak hak düşürücü sürenin geçtiğini belirtebilir.
Diğer taraftan, 2918 sayılı KTK’nın 111/2.maddesinin verdiği yetkiye dayanarak anlaşmanın iptali talebinde bulunan kişinin, bir miktar ödemenin karşılığı olarak verdiği belgenin türü önem arz etmemektedir. İbraname veya mutabakatname değil de feragat olarak belirtilmiş olması, 6100 sayılı HMK'nın 307 vd. maddeleri bağlamında kesin sonuç doğurmaz. Çünkü bu durumda uygulanacak olan özel kanun (KTK m.111/2) hükmüdür. Üstelik Usul Kanununda öngörülen hukuki sonuçların doğmasına neden olan feragatin ilk olarak kanunda yer alan geçerlik koşullarını taşıması gerekmektedir. Feragatin geçersiz olduğu aynı davada ileri sürülebilir, bunun için ayrıca ve başlı başına bir iptal davası açılmasına gerek yoktur ve feragatin geçersiz sayılabilmesi için hata, hile ve ikrahın ispatlanması gerekmektedir. Usul Kanununda durum böyleyken inceleme konumuz olan KTK m. 111/2 hükmüne göre ise bu maddeye dayanılarak ileri sürülen geçersizlik iddiasının ispatı için sadece ödenen miktar ile asıl zarar arasındaki ölçüsüzlüğün saptanmış olması yeterlidir.
Zarar sorumlusu açısından bakılacak olursa, çeşitli sebeplerle anlaşma gereği duyarak, davanın açılmasından önce yüksek bir miktar ödemiş ise ve daha sonra kusur oranlarının farklılaşması ya da gerçek zararın ortaya çıkması sonucunda, ödemiş olduğu tazminat tutarının çok fazla olduğu bilgisine sahip olmuşsa, dava esnasında aşırı ödeme iddiasını ileri sürmesi ve ibranamenin iptalini istemesi yeterli olmayacaktır. Zarar sorumlusu fazla ödemeyi geri almak istiyorsa bunun için ayrıca “sebepsiz zenginleşme” davası açması gerekmektedir.
1.4- Yetersizliğin ve ölçüsüzlüğün araştırılması ve ispatlanması yöntemi
2918 kanun numaralı KTK'nın 111/2.maddesine göre, kaza sonrası yapılan anlaşmaların (mutabakatname, ibraname, feragatnamelerin) iptal edilebilmesi için, ödenmiş olan meblağın yetersiz ya da olması gerekenden aşırı olduğunun “açıkça belli olması” yeterlidir. Ayrıca belirtmek gerekir ki 6098 kanun numaralı TBK'nun 28,30,36,37 vd.maddelerinde yer alan hata, yanıltma, hile, korkutma, bilgisizlik ve deneyimsizlik, ekonomik açıdan sıkıntıda olmak gibi irade sakatlığı hallerine sığınılmasına ve bu durumların ispatlanmaya çalışılmasına gerek yoktur.
Kanun hükmünde, anlaşmanın iptali sebebi olarak nesnel bir ölçü kabul edilmiştir. İlgili hükme göre zarar gören açısından yetersizliğin yani eksik ödemenin ve zarar sorumlusu açısından aşırılığın yani yapılan fazla ödemenin açıkça belli olması yeterlidir.
Zarar görene yapılan yetersiz veya aşırı ödemenin “açıkça belli olması” nedir?
Çoğunlukla iki katı ya da iki katına yakın bir ölçüsüzlük halinden bahsedilmekte ise de, kanımızca ölçü, “gerçek zarar” ile zarar görene ''ödenmiş olan tazminat” arasında az ya da çok fark etmeksizin bir farkın bulunmasıdır. Nitekim, çoğu zaman sigorta şirketleri aleyhine açılan davalarda, kusur araştırması ve ödeme tarihindeki veriler ışığında tazminat hesaplaması yapılarak ödenmesi gereken tazminat miktarı belirlenmektedir.
Hatırlatmak gerekir ki, tazminat hesaplaması, yargıda geçerli olan ve Yargıtayca benimsenmiş olan yöntemlere ışığında yapılacaktır. Bu konuda sigorta şirketleri tarafından dayatılan formüllerin geçerli olduğu söylenemez. Hesaplama metotlarının farklılaşması için, kurumlar arasında uygulama birliği sağlanmalıdır. Ayrıca, ölüm ve bedeni zararlar nedeniyle yapılan tazminat miktarı hesaplamalarında kullanılan formüllerin önemi yoktur. Burada önem arz eden hukuksal değerlendirmelerdir.
1.5- İbranamelerin hukuksal niteliği
Arapça kökenli ''ibra'' kelimesi '' aklama '', '' temize çıkarma '' gibi anlamlara gelmektedir. Bir kimseyi belirli bir borcu ödemekten veya bir edimi, yükümlülüğü yerine getirmekten kurtarmak anlamında kullanılır. Hukukumuzda ibra borcu sona erdiren özel bir sebeptir. Alacaklı ve borçlu arasında yapılan ibra sözleşmesi ile alacaklı borçlu lehine alacağından vazgeçer. İbra sözleşmesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndaki 132. ve 420. madde hükümleriyle düzenlenmiştir. TBK m.132'ye göre ibra sözleşmesi için kanunda aranan herhangi bir şekil şartı bulunmamaktadır.
Sigorta şirketleri tarafından ibraname olarak imzalatılan belge ödenenle sınırlı bir “makbuz” hükmündedir. Bu bakış açısı Yargıtayca da benimsenmektedir. Nitekim Yargıtay'a göre kanunda yer alan düzenlemeye göre, davalı tarafından sunulan ibranamenin davalının hukuki sorumluluğunu tümden ortadan kaldırmayacağı, lakin bu belgeye dayanarak bir ödemede bulunulumuşsa “makbuz” niteliğinde sayılacağı kabul edilmelidir.
Sigorta şirketleri tarafından düzenlenen geniş kapsamlı ibranameler, sadece sigorta güvencesi ve içermiş olduğu miktar ile sınırlı olarak geçerlidir. Zarara uğrayanın, işleten ve araç sürücüsünden zararın kalan kısmını talep etme hakkına halel getirmez. Her ne kadar bu konuda Hazine Müsteşarlığı bir genelge yayınlayarak sigorta şirketlerini uyarmış olsa da, uygulamada görmekteyiz ki bu tür ibranameler sigorta şirketleri tarafından düzenlenmektedir. Bu şekilde düzenlenen ibranamelerin geçerliliğinin bulunmadığı bilinmelidir.
Burada işaret etmemiz gereken bir husus daha bulunmaktadır: Bir tazminat ödemesi yapılırken düzenlenen belgelerde, çoğunlukla yapılan ödemelerin neyin karşılığında olduğu belirtilmemekte, maddi- manevi tazminat ayrımı yapılmamaktadır. Yargıtaya göre tazminat ödemesi hakkında düzenlenen belgelerde maddi- manevi tazminat ayrımı yapılmamış ise ibraname ile ödenen miktar eşit olacak biçimde karşılanmıştır. Yani yarısının maddi tazminat yarısının manevi tazminat şeklinde olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
İbranamenin hangi zarar kalemi için verildiğine de dikkat etmek gerekir. Nitekim tüm zarar kalemlerini kapsamayan ibranameler, başka zararların tazmini için açılan davalarda geçersiz sayılmalıdır. Bu hususta Yargıtay:
“Davacının yaralanması nedeniyle hastane, ilâç, tedavi, bakım ve ikamet giderlerinin karşılandığından bahisle davacının davalıları ibra ettiği anlaşılmakta olup, ibranın bu kalem isteklerle sınırlı olduğu, olay nedeniyle sakat kalması sonucu uğranılan sürekli iş göremezlik tazminatını kapsamadığının kabulü gerekir. Davacının işbu davada, sürekli iş göremezlik tazminatı istediği gözetilerek, davanın esasına girilmek ve öte yandan ibranamede manevi tazminat alındığı anlaşılmakla birlikte, bu durumun 2918 sayılı Yasanın 111.maddesi hükmü dikkate alınıp, manevi tazminat istemi de değerlendirilerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekir” yönünde karar vermiştir.
1.6- İki yıllık hak düşürücü süre ve bu sürenin başlangıç tarihi
Yasada tazminat miktarı ile ilgili yapılan anlaşmaların iptali amacıyla açılan dava için öngörülen iki yıllık sürenin özelliği bu sürenin ''hak düşürücü süre'' niteliğinde olmasıdır. Söz konusu iki yıllık süre hak düşürücü süre olduğundan, zamanaşımında olduğu gibi durması ya da kesilmesi de söz konusu değildir. Yine hak düşürücü süre niteliğinden ötürü mahkemece süre resen dikkate alınmalıdır. Bu süre, anlaşmanın yapıldığı tarihten itibaren işlemeye başlar.
Sürenin başlangıç tarihine ilişkin Yargıtay bir kararında KTK'nın 111/2 maddesinde tanınan hakkın dava sırasında defi olarak ileri sürülebileceğini ve ibranamenin imzalandığı tarihten başlayarak iki yıllık süre içerisinde bir dava açılmış olması, davacı tarafın imzalamış bulunduğu ibraname ile bağlı kalmak istemediği anlamına geldiğinin kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
2. Yapılan Ödemelerın Yetersiz Olduğunu Tespit Etmek
1- Ödemelerin yetersizliğini tespit etme yöntemi
Sigorta şirketlerinin, işletenin, araç sürücüsünün ve ilgili bütün zarar sorumlularının davadan önce zarar görene ödemiş oldukları tazminat miktarlarının yetersiz olup olmadığının tespiti, yargıda geçerli olan ve Yargıtay tarafından da özümsenen yöntemlerle ödeme tarihindeki verilere göre yapılacaktır. Bu hususta Yargıtayın yerleşik içtihatlarında da görüş birliği olduğunu görmekteyiz.
Tazminat miktarındaki yetersizlik, çoğu zaman sigorta ödemelerinde, hesaplama metotları arasındaki farklar nedeniyle olmakta; sigorta şirketleri, yargı sisteminde muteber olmayan ve hukuksal değerlendirme içermeyen değişik yöntemlerle tazminat hesaplaması yaptırdıkları için, yapılan ödemeler daima noksan ve yetersiz kalmaktadır. Dikkat edilmesi gereken şudur ki, ölüm ve bedeni zararlar sebebiyle tazminat hesaplamalarında, formüllerin ehemmiyeti olmayıp, asıl önemli olan hukuksal değerlendirmelerdir. Bunun olması gerektiği gibi doğru yapılması; Yargıtayca kabul gören ilkelerin ve Sorumluluk Hukukundaki gelişme ve ilerlemelerin bilinmesi, hesaplamaların hukuki bilgiye sahip uzmanlar tarafından yapılması gerekir.
Ödemenin yeterli olup olmadığı araştırması yapılırken, şüphesiz, hesaplama öncesinde bir takım araştırmaların da yapılması gerekecektir. Bunların en başında kusur araştırması yer almaktadır. Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu’nun ilgili maddesi gereğince, hukuk hakimi, ceza dosyasında yer alan kusur raporlarıyla bağlı olmasa da maddi olgularla ve kesin mahkumiyet veya kesin beraat kararlarıyla bağlıdır. (818 s. BK.m.53 ve 6098 s.TBK.m.74) Kesin hükmün söz konusu olduğu ya da tarafların ceza mahkemesine sunulmuş olan kusur raporuna itiraz etmemiş olmaları hallerinde, hukuk mahkemesinde başkaca kusur raporu alınması lüzumsuzdur.
Fakat taraflar, ceza dosyasında yer alan kusur raporuna haklı nedenlerle itirazda bulunmuşlarsa, yeni kanıtlar sunmuşlarsa, kuşkusuz hukuk hakimi tekrar uzman bilirkişilere kusur incelemesi yaptıracak ve raporlar arasında çelişki mevcutsa, yeni bir rapor alınması için bilirkişi vazifelendirecektir. Tazminat miktarının belirlenmesinde ilk sırada etkili olan kusur incelemesinde dikkat edilmesi gereken en mühim husus, raporlarda gerçekleşen zarar ile fiil arasındaki nedensellik bağının doğru biçimde tespit edilmiş olmasıdır. Şayet bilirkişiler, bu nedensellik bağını kuramamışlarsa ve kusur tespitini yalnızca trafik kurallarına aykırılık temeline dayandırmışlarsa, bu türde raporların geçerli olmaması gerekmektedir.Trafik kurallarına aykırı davranış bir ceza yaptırımını gerektirir ise de, gerçekleşen zararın doğumu başkaca nedenlere dayanıyorsa, bu nedenler araştırılarak kusur oranlarının tespiti buna göre belirlenmelidir.
Zarar görenin kusursuz olduğunun alenen belli olduğu durumlarda, bilhassa araç yolcuları ya da yakınları eliyle açılan davalarda, kusur araştırması talebi mahkeme tarafından reddedilmelidir. Zira sorumlu kişiler arasındaki kusur paylaşımı, iç ilişkide (6098 s. TBK m.62) söz konudur. Dış ilişkide (TBK m.61) sorumlular, zarar görene karşı müteselsel ve zincirleme sorumlu olmaları nedeniyle ve zarara uğrayanlar bu kişilerin her birinden oluşan zararın tümünü talep etme hakkına sahip oldukları için (818 s. BK.m.142 vd., 6098 s. TBK.m.163 vd.) kusur incelemesi ile davanın uzamasına sebep olunmamalıdır.
3. Yetersiz Yapılan Ödemelerin Tazminattan İndirimi
1- İndirimin nasıl yapılacağı hususunda görüşler ve uygulanan yöntemler
Davanın açılmasından önce yapılan tazminat ödemelerinin yetersizliği yargıda uygulanan ve Yargıtayca özümsenen yöntemlerle ve ödeme tarihi verilerine göre yani hesap öğelerine göre hesaplanıp tespit edilmişse; bu ödemeler, son veriler ışığında hesaplaması yapılan tazminattan indirilecektir.
Tazminat indirim, nasıl yapılacaktır veya nasıl yapılmalıdır?
Bu mevzuda iki fikir ileri sürülmüştür. Aslında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından kısa zaman aralıklarında ve birbirine zıt iki karar verilmiştir. Bu hususları aşağıda açıklayacak ve sonrasında tarafımızca benimsenen görüşümüzü de belirteceğiz.
a) Güncelleyerek indirim görüşü
Bu görüşe bakacak olursak, dava öncesinde ödenen yetersiz miktarlar, son veriler ışığında hesaplanan tazminat miktarından "güncellenerek" indirilmelidir. Dava açılmadan önce ödenmiş olan tazminatın “güncellenmesi” konusunda günümüze kadar iki farklı yöntem uygulanmıştır:
Birinci yöntem, ödeme tarihindeki veriler dikkate alınarak hesaplanan tazminat ile ödeme tutarlarının mukayese edilerek zararın ne oranda ödendiği tespit edildikten sonra, en son verilere bakılarak hesaplanan tazminat miktarından tayin edilen oranda indirim yapılmasıdır.
İkinci yöntem ise, ödenmiş olan tazminat miktarların yasal faiz oranında güncellenmesidir. Bu şu anlama gelmektedir; ödeme ve rapor tarihi arasında geçen zaman genişliğinde yasal faizin hesaplanıp ödeme tutarına eklenmesi ve son verilere bakılarak hesaplanan tazminattan indirilmesidir.
Kanımızca, birinci yöntem daha doğru olsa da, Yargıtay’ın son kararları incelendiğinde yasal faizler ölçüsünde güncelleme yöntemi benimsendiği anlaşıldığından, görüş farklılığına gidilinceye dek bu metot uygulanacaktır.
b) Aynen indirim görüşü
Yetersiz yapılan tazminat ödemelerinin güncellenmesi yapılmadan aynen tazminattan indirilmesi görüşü de savunulmaktadır. Bu görüşte yer alanlar tazminatın tümünü ödemekle yükümlü olan zarar sorumlularının yetersiz ödemeleri temerrüdü ortadan kaldırmadığını savunmaktadırlar ve bu nedenle güncellemenin yapılmaması gerektiğini ileri sürerler.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2011/4-157 E. 2011/ 317 K. sayılı kararında aynen indirim görüşünden bahsedilmiştir. Bu karardan özetle dava öncesi yapılan yetersiz ödemeler, hesaplanmış tazminattan indirilirken aynen indirim yapılmalı güncelleme yapılmamalıdır. Zira, tazminatın tamamını ödemekle sorumlu zarar sorumlularının yapmış olduğu yetersiz ödemeler temerrüdü ortadan kaldırmamaktadır. Haksız fiil nedeniyle mal varlığında azalma meydana gelen tarafın zararının sonraki bir tarihte giderilmesi haksız fiil sorumlusunun sebepsiz zenginleşmesine sebep olmaktadır. Aynı zamanda da zarar görenin zararları artmaktadır. Açıklanan bu nedenlerle dava öncesi yapılan ödemelerin güncelleyerek indirilmesi görüşü düşünülemez.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/05/2011 tarihinde vermiş olduğu kararın üzerinden daha bir sene geçmeden, Hukuk Genel Kurulu, bu görüşün doğru olmadığı sonucuna varıp, 2011/4-824 E. ve 2012/134 K. sayılı kararıyla güncellemeyerek indirim yapılması doğrultusunda karar vermiştir.
c) İndirimin nasıl yapılması gerektiği hususunda bizim görüşümüz
İlk olarak hemen belirtmemiz gerekir ki kanımızca aynen indirim görüşü doğru bir görüş değildir. İlk incelendiğinde mantıklı gibi görünse de, ödemeyi kabul eden tarafın bundan faydalanmış olmasının gözardı edilmemesi gerekmektedir. Denilmektedir ki, eksik ödeme yapan taraf da ödemediği kısım nedeniyle bir fayda sağlamış; getirisi malvarlığında haksız artışa neden olmuştur. Bu bakış açısıda doğrudur lakin, yetersiz anlaşmanın iptali ve zararın ödetilmesine karar verilirken, temerrüt tarihinden başlayark işleyecek olan faize hükmedilmekle, zarar sorumlusunun elde etmiş olduğu yarar, davacıya devredilerek alacağına eklenmektedir. Bir başka yönden, para değerindeki değişimler, hesaplama yöntemlerindeki başkalıklar, kusur oranlarının farklılaşması, bedensel zararlarda güç kaybı oranının tekrardan belirlenmesi gibi faktörler, yetersiz yani kısmi ödemenin “zararı ne oranda” karşılamış olduğunun değerlendirmesini yapmamızı gerektirmektedir.
Bizim benimsemiş olduğumuz görüş, yetersiz yapılan ödemelerin güncellemesi yapılarak tazminattan indirilmesi yönündedir. Fakat, güncelleme hususunda, Yargıtay’ın vermiş olduğu son kararlarında yer alan “yasal faizler ölçüsünde” güncelleme yönteminin doğru olmadığını düşünüyoruz.
Kanımızca güncelleme şu şekilde yapılmalıdır: Yargıtay’ın ilk kararlarında yer aldığı gibi, ödeme tarihindeki veriler ışığında hesaplanmış olan tazminat ile ödememiktarı karşılaştırılarak zararın ne kadarının ödendiği tespit edilmeli ve en son verilere bakılarak hesaplanan tazminat miktarından tespit edilen oranda indirim yapılmalıdır.
2-Güncelleme hususunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda iki metotun tartışılması
Güncelleme hususunda yukarıda açıklamış olduğumuz iki yöntem 2011/4-824 E. 2012/134 K. sayılı kararı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca uzunca tartışılmıştır. İki güncelleme metodu üzerine yapılan uzun tartışmalar neticesinde birinci güncelleme yönteminin uygulanması gerektiği yönünde çoğunluk tarafından görüş birliği oluşmuştur ve yerel mahkemeler tarafından sigorta şirketi tarafından, zarara uğrayan davacılara yapılan ödemelerin tarihi ile destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanması ile ilgili bilirkişi raporunun düzenlendiği tarih arasında geçen zamanda, sigorta şirketi tarafından verilen paranın getirisinin yasal faiz oranında güncelleştirilerek tespit edilmesi ve sigorta şirketi tarafından yapılan bu ödeme ile beraber, hesaplanmış olan destekten yoksun kalma tazminatından indirilerek bulunacak tutar üzerinden destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi gerektiği yönünde karar verilmiştir.
4. Konuya ilşkin Yargıtay Kararları
''... Fahiş fark olduğunun tespiti halinde ise, zarar ve yararın denkleştirilmesi ilkesi gereğince, davadan önce davalının ödediği bedellerin yasal faiziyle güncellenmiş değerleri hesaplanan güncel tazminattan düşülerek sonuç tazminatın belirlenmesi için, konusunda uzman bilirkişiden gerçek zarar miktarı konusunda rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle, yazılı biçimde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar verildi.''(T.C. Yargıtay 4.Hukuk Dairesi Esas: 2021/ 3122 Karar: 2021 / 1507 Karar Tarihi: 24.05.2021)
''Mahkemece, davalı şirketince davacının zararının %88’inin ödenmesi nedeniyle ibranamenin yetersiz olmasından söz edilemeyeceği gerekçesiyle maddi tazminat davasının reddine karar verilmiştir. Bu durumda mahkemece; davacının ödeme tarihi itibariyle gerçek zararı ile davalı … şirketince yapılan ödeme arasındaki farkın fahiş ve davacı tarafından daha önce verilen ibranamenin makbuz hükmünde, olduğu kabul edilerek davacının bakiye zararının hüküm altına alınması gerekirken, aksi şekilde yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.''(T.C. Yargıtay 17.Hukuk Dairesi Esas: 2019/ 1815 Karar: 2020 / 942 Karar Tarihi: 10.02.2020)
''KTK unun 111/2 maddesinde,”bu kanunda öngörülen hukuki sorumluluğu kaldıran veya daraltan anlaşmalar geçersizdir. Tazminat miktarlarına ilişkin olup da, yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar yapıldıkları tarihten başlayarak iki yıl içinde iptal edilebilir” hükmüne yer verilmiştir. Yasanın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalini açıkça veya ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir.''( T.C. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2012/12049 E., 2013/13564 K.)
''...ödenmesi gereken miktarla ödenen miktar arasında KTK'nın 111. maddesinde belirtildiği şekilde fahiş bir fark olup olmadığı değerlendirilmelidir. Şayet ödenmesi gereken destek tazminatı ile ödenmiş olan miktar arasında fahiş fark olduğu saptanırsa davacılar ...,...,... tarafından daha önce verilen ibranamelerin makbuz hükmünde olduğu kabul edilerek rapor tarihindeki verilere göre hesaplanan tazminat tutarından, davalı tarafından yapılan ödemelerin güncellenerek düşülmesi sonucunda oluşan duruma göre (davalı lehine oluşan kazanılmış haklar gözetilerek) karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.'' (T.C. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/15271 E.,2019/7042 K.)
SONUÇ
Sonuç olarak, uygulamada, gerçekleşen kaza sonucu tam hasarlı (pert) olan araçlar için sigorta şirketlerinin zarar görene aracın rayiç bedelinin altında ödeme yaptığı ve buna ek olarak zarar gören ile zarar görenin kalan diğer bütün haklarından vazgeçtiğini belirtir ibra sözleşmesi imzaladığı görülmektedir. Taraflar arasında yapılan ve adı mutabakatname, feragat sözleşmesi, ibraname olarak geçen bu sözleşmeler makbuz hükmü niteliğinde olup geçersizdir. Zarar görenin güçlü sigorta şirketleri karşısında korunduğu 2918 kanun numaralı Karayolları Trafik Kanununun 111/2.maddesi gereğince uyuşmazlık konusu tazminat miktarına dair olan ve yetersiz veya aşırı olduğu açıkça ortaya konulan mutabakat ve anlaşmalar geçersizdir. Bu madde ışığında ibraname olarak imzalatılan belgelerin geçersizliği taraflarca ileri sürülebilecektir. Bunun sonucunda sigorta şirketleri zarar görenin hakkı olan eksik tazminat ödemesini yapmakla zorunlu kılınmaktadır. Anlaşma ve uzlaşmanın yapıldığı günden itibaren 2 yıllık süre içerisinde belgenin geçersizliği zarar gören tarafından ileri sürülmelidir. Bu 2 yıllık süre hak düşürücü süre niteliğini haizdir. Diğer yandan, bu kanun hükmünden faydalanmak için, ilgili tarafın ibra belgesinin iptalini açıkça ve ayrıca talep etmesine gerek olmayıp, “dava sırasında” bu konunun ileri sürülmesi ve ibranamenin imzalandığı tarihten itibaren iki yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin herhangi bir irade açıklaması dahi yeterli olmaktadır. Özetle, pert olan araçlara ilişkin sigorta şirketleri ibra sözleşmesi ile sorumluluktan kurtulabileceği düşüncesi kanuna göre mümkün değildir. Kanun düzenlemesi ve Yargıtay'ın yerleşik içtihatları dikkate alındığında ibraname imzalanmış olsa dahi sigorta şirketi tarafından zarar görene ibraname karşılığında yapılan tazminat ödemesi yetersiz ise ayrıca dava açmaya bile gerek olmaksızın ek tazminat ile sigorta şirketlerinden ek tazminat ile eksik yapılan ödeme tahsil edilebileceği açıktır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
BOZER, Ali. Sigorta Hukuku. Ankara 1981. (Sigorta Hukuku).
BOZER, Ali. Sigorta Hukuku, Genel Hükümler - Bazı Sigorta Türleri. Ankara 2004. (Genel Hükümler).
BOZKURT, Tamer, Ticaret Hukuku C.IV, Sigorta Hukuku, Güncellenmiş 9. Baskı, Ankara 2016.
Arseven, H. (1987). Sigorta Hukuku (1. Baskı). Beta Yayınları.
Uluğ, İ. (2001), Kasko Sigortası Kapsamındaki Rizikolar. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
ÇEKER, Mustafa. 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’na Göre Sigorta Hukuku. 10. Baskı. Adana 2014. (Ders Kitabı).
Akbay, O. S. (2013). Dünya'da ve Türkiye'de Sigortacılığın Tarihçesi. F. Kaya içinde,
Sigortacılık. Beta Yayıncılık.
Eygü, H. ve Soğukpınar, F. (2012), Araç Sahiplerinin Kasko Sigorta Poliçesi Edinmesinde Etkili Olan Faktörlerin Araştırılması. İşletme Araştırmaları Dergisi (İAD), 4(3), 148-163.
AYAR, R., ve Daşcı, A. (2019), Kasko Sigortası Tercihini Etkileyen Faktörler: Kars İli
Örneği. Bankacılık ve Sigortacılık Araştırmaları Dergisi, (13), 8-21.
A.cinan, H. (2005). Sigortanın Temel Prensipleri. İstanbul.
Ömer, C., & Yunak, H. (2000). Sigortanın Genel Prensipleri.
Çakıroğlu, F. (2007). Kasko Sigortaları Fiyatlandorması, Avrupa Ülkeleri İle
Karşılaştırma. Yayımlanmamış Doktora Tezi.
Kayaz, F. (2014). Sigortacılık. Beta Yayınları.
Özbolat, M. (2017). Temel Sigortacılık. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Taşyürek, H. (2001). Kasko Sigortası. İstanbul.T
www.tazminathukuku.com